Teorisyen Erik Erikson insanın yaşam döngüsünde sekiz evreden bahseder; Her yeni evrede benlik belli bir takım gelişmeleri tamamlamakta, sorunları çözmekte ve evreye özgü bir psiko-sosyal bunalımı atlatmaktadır. Her krizin başarılı bir şekilde çözülmesi, bireyin bu aşamanın görevlerini tamamlayıp sonraki aşamaya geçmesini, ‘sosyal etkileşim’inde yeni bir boyut kazanmasını sağlamaktadır.
Bu seride dışarıya kapalı, katı bir diasporik kültürün içinden aniden geçiş yaptığım ‘dış dünya’ ve baskın kültürle iletişim kurma çabasını, yeniden biçimlendirmeye mecbur kaldığım sosyal etkileşimimi, Erikson’un henüz tamamlanamamış evreleri ile benzeşleştiriyorum.
İçine kapalı bir sosyalizasyon sonucu ortaya çıkan kişi ve öteki olmak ile yüzleştiğim tüm evreleri ödünç verilen bir fotoğraf makinesi ile ağır ağır atlatırken her aşamada fotoğraf ile ilişkisinim de değişiyor. Makineyi bir anlatım aracına dönüştürmeden önce, gündelik yaşam deneyimimi tamamen değiştiren bir araç olarak kullanarak, dolaştığım sokaklara, şehre farklı biçimlerde bakıyorum.
‘İnsanın sekiz evresi’ makineyi bir zırh gibi taşıdığım zamanlardan , bir iletişim, bir üretim aracına dönüştürdüğüm döneme kadar çektiğim fotoğrafların arasından en yalnız, en kırgın, en huzursuz, en öteki, en köksüz ve en özlem dolu hissettiği karelerden oluşuyor.